22 Mayıs 2019

1 Mayıs İşçi Emekçi Bayramı

Emekçiler üretim güçlerini siyaset alanına da taşımaya ve güç birliğini sağlamak için özgürce şarkılarını söylemelidirler.
1 Mayıs tarihsel olarak acıların yaşandığı bir gün olarak her zaman hatırlansın diye emek ve işçi bayramı olarak kutlanmaktadır.
4 Mayıs 1886'da Amerikan İşçi Federasyonu (AFL) 15 saatlik çalışmanın 8 saate indirilmesi için Chicago'da Haymarket alanında bir toplantı düzenliyor ve polis bomba kullanarak bu toplantıyı dağıtmak istiyor. İşçilerden ve polislerden 14 kişi ölüyor. Sorumlu olarak dört işçi lideri yargılanıyor ve 1887 yılı Kasım ayında asılıyor. AFL 1888 yılında 8 saatlik çalışma günü kabul edilinceye kadar her yıl 1 Mayıs'ta grev yapılmasını kararlaştırıyor. 1889 yılında Paris'te toplanan 2. Enternasyonal 1 Mayıs'ın işçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma günü olarak kutlanmasına karar veriyor. Bizde ise 1 Mayıs 2008 yılında Bakanlar Kurulu kararı ile “Emek ve Dayanışma Günü” olarak kabul edildi ve ulusal bayram ve genel tatil yasasında yapılan değişiklikle resmi tatil ilan edildi.
İşçi bayramı olarak tüm dünyada kutlanan özel günlerden birisi olarak kutlanmakta. İşçi sınıfı kendi doğallığında emeğin haklarını mücadele ve dayanışmayı öne çıkartarak sermayenin programı karşısında emeğin programını 1 Mayısta alanlara taşımak emekten yana siyasetin, emekten yana sendikaların asli görevidir.
Ülkemizde emek örgütleri, şu anda maalesef, devletin ve sermayenin dönüşüm sürecine karşı kendini yeniden yapılandırmaktan imtina etmiş durumda.
 Klasik ve bildik mücadele yöntemlerini aşacak irade gösteremiyorlar.
 İktidarın emeğe yönelik saldırılarını, ülkede olup biten demokrasi dışı gelişmeleri bir bir sıralamak önemli bir şey söylendiği anlamına gelmiyor.
 En bilinen gerçekleri sıralamak ve giderek mağdurluğa ''sığınmak'' mücadeleyi ortaya bırakmaktır.
Mevcut sendikal işleyiş emek hareketin geleceğini, yeniden yapılandırılmasını sürekli erteleyerek işlevsiz bürokratik yapılara dönüşmüş durumdadır.
Emekçi mücadeleyi sığlaştırırken, öneri ve tartışmalara kendini kapatarak suskun bir üslupla eleştirilerin önünü kesen bir yerde duruyor.
Son zamanlarda; sınıfsal mücadelenin olduğu her yerde, sürgünler. Bazı farklı sendikalar arasında sınıfsalın dışında bir hesaplaşma alanında düşüşmüş durumda.
Özelikle; mevcut iktidarın saflarında yer alan sendika babaları ve onların güdümündeki bireylerde bunu görmekteyiz. 
Ama unutmamak gerekir ki, bu mücadele hak arama mücadelesi olmalıdır.
Emekçiler açısından 2019 giden yol uzun mu, kısa mı olacak çok bilinmese de demokrasi mücadelesi emekçilerin esas gündemini belirlemelidir
Özelikle hak arama mücadelesi ve Türkiye'nin demokratikleşmesi sancılı bir süreç içerisinde. Bunu aşmanın en iyi yolu ortak mücadele yolunda birlik olmaktır.
Ortadoğu'daki durum daha vahim ve o kadar da işçi ve emekçinin sömürü çarkında dövülmesine ve işçiyi açlığa mahkûm kılmakta.
Ülkemizde ki durum; siyasi iktidarın ayakta kalabilmek için tutunduğu milliyetçi dal işçinin ve emekçiyi açlığa mahkûm etmiş durumda. İşçiler vicdan ile emek sömürü arasında bir tercihe zorlanmış durumda…
Umarım; teninde sömürü damlamayan bir yaşamın olduğu,  emek dünyası görmek dileğimle. 

Annem ve Anneler Günü

Baharın düşleri, sizinle anlam bulurlar güzel anneler… Dünyanın en fedakârıdır anne. İlk öğretmendir, ilk sevgi pınarıdır ve sonsuza kadar hiç bitmeden sürendir. Bir kardelen çiçeğinin umudunu taşır her zaman anne. Her zaman fedakâr ve gönülden hisseder, evladının acısını.
Bir ömür boyu, tüm zorlukları çeker ve o zorlukların yegâne taşıyıcısı annedir. Evladının gözlerinde akan gözyaşında annenin gizemi saklıdır. Beşikten başlar öğretmenliği onun verdiği eğitimle dünyaya bakar çocuğu. Sevgi pınarı hesapsızdır ve umutludur her zaman. Bir kelebeğin umudunu taşır, yılara ve hayatın ırmağına doğru anneler. Sözcükler onları anlatamaz ve ifade edemezler. Tüm özlemlerin ve ayrılıkları anneler yaşar. En büyük başarıların kaynağıdır anneler. Mutluluk doludur anneler.
Yılarca nasırlı eleri ve göklerdeki mavilikleri taşır çocuğunun hayatına. Kadındır, annedir, eştir, abladır, kardeştir, ninedir, haladır, teyzedir, bazen yardır ve en büyük dosttur, ömrünü, yılarını verir sevdiğine. En büyük sömürüye onlar maruz kalır, bazen bir lokmaya muhtaçtır.
Emeği sömürülür bütün diyarlarda. Öretir ve sömürülür emeği Kuala i beladandır. Acıları ve gözyaşları hep aynıdır. Savaşlar ilk önce anneleri gönülden yaralar ve savunmasız bırakır… Ne acılar çekmiştir ve bağrı yanıktır. Yılların yorgunudur. Annelik, bir yaşam deryasıdır. Üretim doludur, emek doludur. Sevgi doludur kalbi.
En büyük acıların mirası, onlara bırakılır. Sesiz ve derinden yaralar açılır kalplerinde… Feryat figanı annelerindir. Onur saygıyı onlar bilir. Berdele onlar kurban verir. Töre denilen canavar bir onlar yutar, Ayşe’dir, Fatma’dır, Berfin’dir ve daha niceleridir. O annedir kalbi yufka ve sevgi doludur. Bu sevginin ve mutluluk abidesinin hiçbir zaman bitmemesi deliğimle.
Annemin aramızdan ayrılışın birinci yılında, baharın tüm çiçekleri olan…
Tüm annelerin anneler günü kutlu olsun.

Maneviyattın bittiği yerde… İntiharlar!

Her intihar ardında bir gerçeği taşır bilinmeze doğru. Son yılarda, gençler arasında giderek yaygınlaşan, intihar olayları en çok bölgemizde cereyan etmektedir.
Rakamsal olarak, giderek korkutucu boyuta ulaşan intihar etmek ve özkıyım ( intihar) "İnsanın kendi kendisini cezalandırma veya kendisini kasıtlı olarak dünyadan ayırmak için girişilen eylem" olarak tanımlanmakta ve "diğer bir deyimle insanın yaşamına son vermek amacı ile yaptığı ve başarı ile sonuçlandırdığı patolojik bir davranış" olarak yorumlanmaktadır.

İntiharların başlıca nedenleri nedir.
1 - Aile içi şiddet: Alkol ve uyuşturucu gibi vs kullanımı olan bireylerde daha çok görülmektedir
2 - Kendisini topluma ve aile bireylerine ifade edememe: Yaptığı her iş yada fiiliyata toplum ve ailesi tarafında kabul görülmemesi, kişinin kendisini toplumdan dışlanmış olarak görmesi.
3 - Toplumda kadına biçilen rol: Berdel olma, başlık karşılığında verilme vb. gibi etmenler…
Bölgemizde var olan feodal yapı kıskacında olan gençlerde görülen intiharlar vakalarını da bu kategoride gösterilebiliriz.
İstatistiksel olarak; Dünya Sağlık Örgütü, 2000 yılında tüm dünyada 1 milyon kişinin hayatına son verdiğini rapor etmiştir. ABD'nin Ulusal Zihin Sağlığı Enstitüsü'nün verilerine göre 1999 ila 2016 yılları arasında intihar eden kişilerin sayısı, 100.000'de 10.5'ten 13.4'e çıkarak %28 artmıştır. Dünya Sağlık Örgütü’nün yaptığı başka bir açıklamaya göre son 45 yılda intihar oranı %60 artmıştır! Ulusal Zihin Sağlığı Enstitüsü'ne göre, erkekler arasındaki intihar oranları (2016'da 100.000'de 21.3), kadınlarınkine göre (2016'da 100.000'de 6) neredeyse 4 kat fazladır! Bunu şöyle de izah edebiliriz: Her 3 saniyede 1 kişi intihar girişiminde bulunuyorken; her 40 saniyede 1 kişi intihar ederek ölmektedir!
Yukarıda birkaç başlık altında sıraladığımız intihar nedenlerini çoğaltmak mümkündür. Tüm nedenlerde dışarıdan bir etkinin, baskının varlığı görülmektedir. İslam’ın intihar olaylarına bakış açısı net ve kesindir… Hangi şartlar altında olay gerçekleşirse gerçekleşsin İslam, intiharı kesinlikle yasaklamıştır.
İntihar Edenler cehennemde de aynı yolla cezalandırılacaktır. Hayber savaşında aldığı yaralara dayanamayarak kılıcı üzerine yatıp intihar eden Kuzman’ın, İslam dininde çarpıcı bir örnek olarak anıldığını belirten din âlimleri, intihar eden kimsenin bu fiili hangi usulle gerçekleştirmişse cehennemde de aynı tarzda ceza göreceğini değindi. İslam âlimleri , ‘‘Kendini bir dağın eteğinden atarak öldüren kişi cehennemde sürekli azaba atılacak, zehir içerek intihar eden kimse, cehennem ateşinde zehir kadehi elinde sonsuza kadar zehir içerek azap çekecek, bıçakla kendini, öldüren kimse de cehennemde aynı yolla ceza görüp acı çekeceklerdir.
İntihar, İslâm'ın haram kıldığı büyük günahlardan birisidir. Bir Müslüman’ın kendi kendisini öldürmesi, başka birisini öldürmesinden daha büyük bir cinayet ve günahtır. Bu sebeple âlimler, intihar edenin cenaze namazını kılınır mı, kılınmaz mı şeklinde ihtilâfa bile düşmüşlerdir. Bu ihtilâf, başkasını öldüren katil hakkında yoktur. Katilin cenaze namazı kılınır.
Kalbinde imanın zerresi olan bir kimse, böyle büyük bir günaha ve kötü akıbete razı olmaz, kendini öldürmeye teşebbüs etmez.
Resûl-i Ekrem Efendimiz, intihar etmenin büyük günah olduğunu pek çok hadîs-i şerîflerinde haber vermiştir. Bir hadîs-i şerif'te şöyle buyurulur:
"Kendini boğarak öldüren kimse, Cehennem için boğmuş olur. Kendini vuran kimse, Cehennem için vurmuş olur." (Buhârî, Cenâiz 84)
Demek oluyor ki Mü'min Te'sirinde kaldığı dünyevî bir hâdisenin zorluğuna tahammül edemeyip böyle büyük bir günahı işlemeye teşebbüs etmemelidir. Zira Allah insanın kaldıramayacağı yükü yüklemez
İntihar etmek, ahlak bakımından da bir suçtur.
İntihar dini inançların zayıfladığı toplumlarda çok yaygındır. Müslüman toplumlarda intiharlar yok denecek kadar azdır. Son zamanlarda ülkemizde sık rastlanılır bir durum alan bu olaylar bizim maneviyatımızdan uzaklaştığımızın göstermektedir.
Hz. Peygamber'in, bıçakla kendisini öldüren kimsenin cenaze namazını kıldırmadığı nakledilir.  Bu olay, intihar edeni cezalandırmak ve başkalarını böyle bir fiilden menetmek amacına yöneliktir. Nitekim Ashab-ı Kiram bu kimsenin cenaze namazını kılmıştır (El-Askalânî, Bulûgu'l Merâm, terc. A. Davudoğlu, İstanbul 1970, II, 276-277). İmam Ebû Yusuf'a göre, intihar hata ile veya şiddetli bir ağrıdan dolayı olmadıkça müntehir üzerine cenaze namazı kılınmaz.
Sonuç olarak, beden Cenâb-ı Hakkın insanoğluna verdiği en büyük emanettir. Bu emaneti, ruh bedenden kişinin kendi müdahalesi olmaksızın ayrılıncaya kadar korumak gerekir. Bunun için de, kişinin rûhî ve fizikî sıkıntılara sonuna kadar sabır göstermesi İslâm'ın amacıdır. Aksi halde intihar etmekle dünyevî sıkıntı ve problemlerini çözeceğini düşünen kişi, hemen intikal edeceği kabir ve daha sonra ahiret hayatında çok daha büyük sıkıntı ve felaketlerle karşılaşır. Hayat, en kötü şartlar altında bile güzeldir. İntiharsız bir dünya dileğiyle…

Ben Mevsimlik Emekçiyim..


Düşlerim dünden karanlık. Gecelerim ışıltılardan uzak, yolum uzun, “balık istifi” konmuşum yürüyen tabutluklara. Emeğimden başka, eder Akçe’si olmayanlardanım. Büyük Şehirlerin kırsalında saklıdır emeğim. Hep dışlandım, aşağılandım. Hep yüz yüze gerçekliğimden öte, sınıflarla adlandırıldım ve yok sayıldım. Asırlardan bu yana, ölümlerle hep günübirlik hatırlandım. Ben, inceden esen yelin esintisinde mutlu olabilen, küçük sevinçlerle yetine bilenim. Toplumsal ara Katmandan gelen ve şekillenen tarım işçisiyim. Konup-göçer göçmen kuşlar bile, yadırgar benim göç üstüne kurulu yaşamımı. İşte bu benim yaşam mücadelem. Ben tarım işçisiyim. Yani güneşi her gün tepemde gören akşam yorgunluktan baygın düşenim.
İş bula bilirsem, gün 12 saat, 8 ay güneşle birleştirmekle başlar yaşam mücadelemiz Kars’tan, Batman’dan, Siirt’ten, Diyarbakır’dan, Urfa’dan başlar ırgatlık yolculuğumuz.  Balık istifi atılırız kamyon kasalarına. Umutlarımız bıçak sırtı gibi keskindir. Kazalar geçit vermez düşlerimizi kurmaya. Ölüm her an yol boylarında bekler pusuda. Çoluk çocuk ve aile boyu ölümle yan yanayız. Gözyaşlarımız sulanır emeğimizle. Umutlarımız eksilmez yollarda. Gençliğiz için evlenme tozpembe bir düştür. Birde başlık parası yıkar bizleri bu yoklukta ve yoksunlukta. Irgatız. Çukurova’da pamuktayız. İzmir’de Aydın’da, Manisa’da zeytin toplarız. Ordu’da fındık emekçisiyiz. Emeğimi bekleyen tenim kara. Tenim gibi bahtım da kara. Cinsiyetim, milliyetim emektir. Kürt’üm, Türk’üm, Arap’ım, Laz’ım, Çerkez’im. Ben emekçi Urfa’da, Diyarbakır’da,  Kahraman Maraş’ta, ordu’da, aydın’da her yerde emekçiyim. Bin yıllardır yaşamışım bu topraklarda. Acılarım hiç değişmedi. Kaderim gibi bebelerimiz doğar, Pamuk tarlaların da.  Küçücük barakalarda geçer yaşamım. Tüm dünyam buraya sığdırılmıştır. 8 ayda Kazandığımı uzun kış gecelerinde tüketirim. Baharla birlikte yeniden başlar hikâyemiz. Yeniden yollara Düşerim. Çocuklarımız Eğitim nedir bilmez. Okula gidenler sadece 3 ay okur. İşte budur bizim geleceğimiz. Nasırlı ellerimizle ile kalem tutmak Yasaklanmış bize. Tarla başları olmuş bizim kaderimiz. Tırnaklayarak kazarız, çapa ile eşeleriz toprağı. Ben milyonlarca mevsimlik işçisiyim. İşsizim aylar boyu. Emeğim sömürülür.  Kimliğim sıfatım yoktur. Basit bir maraba, vasıfsız işçiyiz biz. Emeğim büyük, adım küçük. Ben emeğimin peşinde koşan, sürekli sömürülen, siyasi emellere kurban edilenim. Sırtında hırkası, ağzında sarma sigarası güneşle kardeşim olmuşum. Yazın sıcaklar vurur anlıma. Çatlar dudaklarım. 6.5 milyon tarım işgücünün yaklaşık yarısı Mevsimlik Tarım İşçisiyiz. Yaklaşık %60’ımızın geliri ulusal yoksulluk sınırının altında… Ve her on kişiden biri nüfusa kayıtlı değiliz.  Yarımız Ergen Yaşta Anne Oluyoruz. Anne ölümü riski on; bebek ölüm riski beş kat fazladır. Ve kız çocuklarımızın dörtte biri okul ile tanışmıyor bile. Acılarımız yüreğimizde gizlidir. Elerim katmer katmer nasırlı, saçlarım siyahtır kömürden. Ben emekçiyim.  İşte budur benim çektiğim acılar, çileler ve yokluk benim hayatım olmuş. Felsefemi oluşturmuş. Yargımız budur bizim. Hani yarınlardan umutluyuz. Oruçlu günün, güneş tenlisiyiz Umut alın terimiz bizim…

03 Nisan 2019

Seçime giderken modern belediyecilik anlayışı


Türkiye İşsizlik ve yoksulluğun olduğu bir ülke, yerel yönetimler de merkezi yönetimler kadar sorumludurlar.
Artık kendi hayatını gelişmiş ülkelerdeki insanların hayatıyla kıyaslayan, bir toplum mevcut. Bu toplumun bireyleri "benimde hakım var" demekte.
Bu toplum öncelikle özgürlük, demokrasi, eşitlik  ve daha iyi yaşam standartlarını istemekte. Standartlar aslında ruhun olmasa olmazı durumunda.
 Zamanın ruhuna aykırı olan baskıcı ve dayatmacılığı kentin insanın taleplerinden çıkarmak gerekir.
Vatandaşın istemleri; yol, su, kaldırım, çöp, temizlik ve klasik belediyeciğin dışında. Kültürel etkinlikler, doğal yaşam alanlarının modern bir şekilde sunmaktır.
Belediye hizmetlerinde çıta yükselmiştir. Bu yeni dünyanın hizmet ve kalite beklentisini, arzu ettiği siyaset ve yönetim anlayışını meseleye dünya ölçeğinden bakmadan karşılamak mümkün değildir.
 Yerel yönetimler artık çağdaş dünya kentlerinin hizmet ve proje standartı'nı yakalamalı, teknolojik gelişme ve sistemleri kamu hizmetinde kullanmalı, yönetimde ve karar mekanizmalarında katılımı ve ortak aklı oluşturmayı başarmalıdır.
Çağdaş kent yönetiminde ve kalkınmasında sadece kamu gücünü ve imkanlarını kullanmak artık yeterli değildir.
Dünya örnekleri yerel yönetimlerin özel sektörü ve yatırımcıyı da işin içine çektiği, işbirliği yoluyla kent kalkınmasını sağladığı ve dünya çapında projeler ürettiği sayısız örneklerle doludur.
Yeni nesil belediyecilik, kent yönetimlerinde talana ve yağmaya karşı, rantı gerçek sahibine, yani halka ve kamu hizmetine aktaran, halkla bütünleşen sosyal belediyecilik demektir.
Seçimlere az bir süre kalmasına rağmen hala bir çok belediyelerimiz kentin sorunlarına maddi kaynak sağlayacağına ve değişime öncülük edecek projelerden ve yeni yatırım planlarından çok sadece günü kurtarma peşinde olmaları ne kadar acı vericidir.
Kentin yaşansal alanlarına, kooperatifler yoluyla toplu konutlar ve ekonomik örgütlenmeler yaratmaları, sosyal projelere ve altyapı hizmetlerine ağırlık vermeleri kısacası değişimi ve kentin sorunlarını görmelerini beklemek her kent sakini gibi bizimde hakkımızdır.
Kentin ve insanın yegane dostları yerel yönetimlerdir.
Her şey insan içindir.
Yarınlara umutla bakalım.


www.sanlıurfaolay.com da yayımlamıştır.

Sessizliğe mahkum edilen kent:Halepçe Katliamı

Sessizliğe mahkum edilen kent:Halepçe Katliamı
Geçmişin en eski topraklarından bir feryat, bir figan yükseltiliyor sessiz ve derinden. Gökyüzü sabahın onunda bulutlar gizlenmiş ve pusluydu.
Gün güneşli, saat 10.00 gökten yere düşen bir sis, bir duman iniyordu, oysa bu sis ölüm kokuyordu. Havada bahar çimen kokusu yerine siyam gazı vardı. Bahar hiç bu kadar acımasızca ve sinsice inen ölümü görmemişti.
Bu topraklar hiç bu kadar acı ve ölümü bir arada yaşanmamıştı. Mezopotamya ovası, tarih boyunca böyle bir vahşete tanık olmamıştı.
Tarih 16 Mart 1988 Halepçe toprakları, ölüm ve kan kokanlarca, sessizce yangına verilmişti. Ama bu yangında ağaçlar ve otlar değil, çocuklar, kadınlar, ihtiyarlar ve can taşıyan bütün varlıklar sessiz ve boğucu bir zehirle yanıyordu. Hiçbir zaman böyle bir durum, böyle bir katliam, böyle bir vahşet görülmemişti Kürdistan topraklarında.
16 Mart 1988 Halepçe kasabası karanlık kapılar, ardında, planlanmış bir katliamın uygulanmasına karar verildiği kara bir gün bu gün...
Acıların sesi gökten geliyordu. Gün bulutluydu ve yarınlar umuttan buz kesilmişti. Gökten yağmur, kar ve dolu yerine zehir yağıyordu.
Mart ayında insanlar sararıyor ve morarıyordu. Genizden ve boğazından aşağıya doğru siyam gazı akıyordu. Ne olup bittiğini anlamaya çalışırken orada can veriyordu. Doğa ve ekoloji diye söylenilecek hiçbir şey kalmamıştı. Ağaçlardan yapraklardan tek tek dökülüyordu.
Halepçe halkının üzerine, Sorgusuz ve sualsiz ölümlerden ölümler reva görülmüştü. Bebeklerin, gözlerinde yaşlar akmıyordu ve bedenleri bilinmez şekilde morarmaktaydı. Yaylalarında, kuzular soluksuz, koyunlar siyanür gazıyla zehirlenmiş. Yeniden yaşatılıyordu insanlığa Hiroşima ve Nagazaki. Acılar ve Acıları sensiz çığlığı yükseliyordu Halepçe üzerinde.
Mazlum bir kavim kıyıma uğruyordu. Cansız bedenler sokaklarda yatıyordu up uzun bahçelerde çalışanı, bahçesinde,öğretmeni sınıfında,öğrecileriyle,köylüsü çapasıyla can vermişti…
Elleri kınalı gelinler, esmer tenli çocuklar yüreklerinden bilinmez bir acı hissediliyordu. Boğazına siyanur gazı tıkıyordu... Sevgiler, aşklar ölümün soğukluğu ile sessizce bitiyordu.
Nicedir zamandır süren kanlı bir oyunun tezgahına kürt halkının üzerinde oynanıyordu.
Siyah tenleri morarıyor, ağaçlar son meyvesinin çiçeğini açmadan kuruyordu. Kuşlar, gökten yere son defa konmakta. Camii de iman son cemaat ile kamette. Bu acları kim unutur. Bu acıları kimler yaşatır.
İşte bu sesiz kentin çığlığında. Bir tek medeniyet adına kendi hırsları için başkalarının hayatına kasteden faşist ruh taşıyan kıyar. Kara gözlerine anlamını bilmedikleri son göz yaşlarını bir onlar akıtı. Mavi gökten yağmur diye ölümler dağıtan. Toprak kokusuna alışkın olanlara zehirleri reva görenlerin derdi bir halkı yok etmekti.
bir sizler mi vardınız Halepçe'ye kan kusanlar. Kimyasal bulutlar yere yakındı, Ağırdılar. Onların görevleri, Her tarafta insanlari öldürmekti.. Bir çocuk daha ileri gidemeyecek duruma geldiğinde korkudan çılgına dönen ebeveynleri çocuğu yolun kenarında bırakıyorlardı.
Gözlerinde yaş akan çocuklar, sesiz ce köşe başlarında cansız yatan yaşlılar ve süt emen bebelerin boğazında kurumuştu. Kıyamet kopmamıştı canlılar cansızlaşıyordu. Ölüm her yerde onları buluyordu. Annesin sütünü emen bebeği de, bebeği emziren anneyi de, yavrusuna yeme getiren kuş da annesinin getireceği yiyeceği yuvasında bakliyen yavru kuş da yuvasında can vermişti.
Mutluluğu başka insanların kanı üzerinde gören bir zihniyetin eseri olan Halepçe katliamının Halepçe katliamı çağdaş dünya, ve insanlıktan nasibini alamamışların eseriydi. Halepçe, İnab, Dûceyde kasabalarıyla çevre köylerde yaşayan insanların tamamı ölüyor.
Bütün sokaklar, sesiz , caddeler insan hayvan ve ölüleriyle doluydu.
Buralara ölüm gelmişti bir defa. Bütün yer insan cesetleri kadın, genç kız, çocuk ve bebeler ile çok yaşlılardı. Halepçe deyince, beklide hiç gülümsemeyecek çocukları bıraktı geride. Bu toprak ana nasıl dayanır bu büyük acıya.ölümün tanrısı yer değiştirmiş. Beş bin can dile kolay, çığlıksız kalmışlardı. oysa bir savaş alanı değildi, Halepçe, savaşın tarafı da degillerdi.
En katı insan bile dayanamaz. Ben tarif edemiyorum. Katliâm demek, faciâ demek hafif geliyor , buna katliama, katliam demek gerekir . yarınların böyle acıları yaşanmaması ve yaşatmaması dileğimle…



www.sanlıurfaolay.com da yayımlamıştır.

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü


Bugün dünyanın her yanında kadınlar, bugünü kendilerine miras bırakan New Yorklu kadın işçileri anarken 156 yıldır onlardan devraldıkları mirası nasıl daha ileri götüreceklerini ve mücadelelerinin sorunlarını tartışıyor; eşitlik ve özgürlük taleplerini ortaklaştırıp egemenlere karşı tek bir ağızdan haykırıyorlar.
    Bugünü dünyanın her yerinde kadınların ucuz işgücü olarak kullanılmasına ve kadının sosyal yaşamın dışına itilmesine karşı mücadelenin, Erkeklerle eşit hak mücadelesinin,
    Kadına yönelik şiddete karşı mücadele etrafındaki taleplerinin tüm dünyada ortak bir haykırışa dönüştüğü gün olarak kutlanılıyor.
    Bu taleplere Türkiye'nin kadınları içinde, bugün ülkemizin içinden geçtiği süreçte; “Savaşsız, şiddetsiz, emeğin özgürlüğü  için, OHAL'siz bir yaşam için birleşelim” için  kadınlar ayakta.
Kadınların taleplerine açıkça karşı çıkamayan sermaye partileri ve onların sözcüleri ise; her zaman olduğu gibi, kadınların taleplerine sahip çıkıyor gibi görünürken, aslında bu sorunları, 8 Mart vesilesiyle de istismar etmeye devam ediyorlar.
    Bugün dünya genelinde, kadına ve çocuklara taciz ve tecavüz gibi konuların, kadına yönelik şiddetin, kadın cinayetleri haberlerinin medyada yer alması daha da zorlaşacaktır. 
seçimlere gittiğimiz bu günlerde; özelikle kadın emeğinin daha çok siyaset alanında görmemiz. kadınların daha özgürlükçü, daha demokrat ve emeğin özgürleşmesi için  yüzyılımızın sorunlarını  kadın bakış açısına ihtiyaç var.
    Kadınların sadece 8 marta değil tüm yılın kadınlara; eşitlik ve özgürlük mücadelesinde daha ileri adımlara vesile olması umudu ve dileği ile tüm kadınların.
    Dünya Emekçi Kadınlar Günü kutlu olsun!


www.sanlıurfaolay.com da yayımlamıştır.

Seçime Giderken Belediyelerimiz ve Çözüm Bekleyen Sorunları?


Bu kadar sorunu olan bir kentin ferdi olmak kadar zor bir şey yoktur! Kentin ana caddesine baktığımızda yüzlerce satılık ve kapanmış esnafın kepengini görürsünüz. Ekonomik olarak kente baktığımızda işsizliğin kol gezdiği görülmekte. Özelikle duyarsız siyasilerin  kent merkezindeki gençlerin sorunlarına duyarsız kalması, gençleri ve kadınları sadece bir matematiksel rakam olarak görmesi büyük bir sıkıntı uyandırmaktadır. İşsiz kalan gençliğin uyuşturucu başta olmak üzere birçok konuda giderek sağlıksız topuma zemin hazırlamaktadır. Bu sorunları aşabilmek için işsizliğin minimize edilmesi gerekmektedir. 
Ayrıca seçimlere kısa bir zaman kalmasına rağmen, hala bir çok Belediyenin mali durumunu açıklamamış olması çoğu kişinin aklında soru işaretinin oluşmasına neden olmakta.
Bugün ilimizde çözüm bekleyen; sorunları bir nebzede olsa değinmek istiyorum! Şanlıurfa bölgesel olarak, Mezopotamya'nın en verimli topraklarına sahip bir kent ve bir o kadarda sorunu olan bir kent. Şanlıurfa'yı yönetmek için seçilmiş olan; milletvekili, belediye başkanı ve atanmış olan yöneticilerde dahil Şanlıurfa'ya gereken önemi vermemekte. çığ gibi birikmiş sorunları çözmekten çok kendi hesabına geldiği gibi sorunlara duyarsız kalmakta. 
Mesela kentin belli başlı sorunları:
1.Sorunların özüne dönecek olursak;  sorunun en büyük nedeni enerji devlet enerji sorununu DEDAŞ'a havale etmiş durumda. Özelikle kış mevsiminde kentin birçok yerinde saatlerce enerji kesintisi yaşanmakta, sulama amaçlı kullanılan enerjide de günlerce enerji kesintisi baş göstermektedir. Bunun sonucu olarak ekilen sebze ve meyve kurumaktadır.
2.Kentimizin büyük problemlerinden biride sağlıktır. Şanlıurfa'nın en alıcı noktasından biri kamu kurumunun göstermesi gerektiği azami gayreti ve ilgiyi göstermekten oldukça uzaktır.  Akçakale, Harran , Viranşehir, Halfeti, Suruç, Bozova ve Hilvan'da Hastane, Hasta yatak sayısı ve uzman doktor sayısı oldukça yetersizdir.
3.  Eğitim sorunu; kentimizin bir diğer sorunu ise EĞİTİM Hizmetlerinin yetersiz oluşudur. Şöyle ki;Başta Şanlıurfa merkez olmak üzere ilçelerdeki okulların dersliklerindeki öğrenci sayısı 50-70'i bulmaktadır ve hali hazırda yaklaşık 15 bin öğretmen açığı mevcuttur. Ve bu rakamla Şanlıurfa öğretmen açığı en fazla olan illerimizin başında gelmektedir. Bunun en büyük göstergesi ilimiz Türkiye geneli eğitim sıralamasında en sonlarda yer almaktadır.
4. Çevre sorunu ; Atatürk Barajı'na sınır olan il ve ilçelerden, gerek Şanlıurfa ilinin Hilvan ilçesi, Adıyaman ilinin Kâhta ilçesi, Siverek, Bozova ilçesi, bu ilçelerin ve illerin pis, atık suları arıtılmadan, olduğu gibi Atatürk Barajı'na verilmektedir. ayrıca yeni sulamaya açılan bir çok yerde bilinçsizce yapılan sulamalar sonucu çoraklaşma ve tuzlama meydana gelmekte.Şanlıurfa kent merkezinin içinde geçen, Karakoyun deresi başta olmak üzere. kentin bir çok yerinde kanal ve derelerden akan mikrobun insan sağlığına olumsuz yönde etkilemekte. 
5. Trafik sorunu;  Şanlıurfa Büyükşehir Belediyesi bugün vatandaştan otopark için yüksek meblağlarda para almaktadır. Ancak bu toplanan paralara rağmen Şanlıurfa'mız hala otopark sorunu ile boğuşmaktadır. kent merkezinin bir çok yerinde, toplu taşıma araçlarının günü birlik değişen güzergah sorunu. Şanlıurfa'nın Bozova Adıyaman duble yol çalışması durma noktasına gelmiş.
6.Turizm; medeniyetlerin başkenti olan kentimizde hala yeterli olanak ve alt yapı sorunları giderilememiştir. Göbeklitepe gibi UNESCO dünya miras Listesi'nde yer alan ve tüm dünyanın dikkatini çeken Şanlıurfa'daki Göbekli tepe'yi hala dünyaya tanıtma gibi bir sorunu aşamadık. Turistler için yollarını bulabilecekleri herhangi bir tabela dahi bulunmamaktadır. Turistik tesislerde tuvalet eksikliği vardır. Turistler bu turistik tesislerde içecek su dahi bulamamaktadır. Bu şehrimize gelen turistler için yeterli barınma imkanı dahi bulunmamaktadır. Oteller ve pansiyonların kapasiteleri turist sayısını kaldıramamaktadır. kentin hava yolu taşımacılığını; Türk Hava Yolları'nın Şanlıurfa seferleri çok pahalıdır ve sadece haftada bir direk uçuşlar bulunmaktadır. Pahallı ve aktarmalı yapılan seyahatlerden tüm halkımız çile çekmekte.
7.İşsizlik Sorunu ; kentimiz bugün Türkiye'nin en çok istihdam sorunu yaşayan kentlerindendir ve işsizlik oranları had safhadadır. Gençlerimiz işsizdir. kentimiz genç nüfusu iş fırsatı yakalamak için başka şehirlere göç etmekte oralarda ekmek parası telaşına düşmektedir...
8. Mevsimlik İşçi Problemi; Mezopotamya'nın en büyük kenti olan Şanlıurfa'dan, Türkiye'nin bir çok metropolüne mevsimlik işçi olarak insanlarımız gitmekte ve en ücra yerlerinde gündelik olarak kötü şartlarda çalışmaktadır.
bunun bir başka tarafı da eğitim alan öğrencilerin eğitimden geri kalmalarıdır. Mevsimlik işçilerin hiç bir sağlık güvencelerinin olmaması sorunun bir başka yönünü teşkil etmekte. umarım kentimizde diğer kentlerin refah seviyesine ulaşır...

www.sanlıurfa.com da yayınlamıştır 

Kenti Sanatla Yoğurmak

Bir kenti oluşturan en bariz yanı; mimarisi ve sanat eserlerinin bir
arada olmasıyla, halkın sanata bakış açısını ortaya kaymaktır.
Şanlıurfa yıllarca mimari olarak, dini mimari üzerine şekillenen bir
kent olması nedeniyle, modern dünyanın bir çok sanatsal yapısından
uzak kalmış olmasıdır.
Eski dönemlerde feodal güçlerin elinde gelişen kent; daha sonra
ticaret, meslek ve sanat gibi işkollarını temsil edenlerin hâkimiyeti
altına girmiştir.
Osmanlı ve daha eski medeniyetlerden kalan mimarilerin birçok yapısı
zamanla ya yıkılmış veya şimdiki mülk sahipleri tarafında ranta kurban
edilmiştir.
 Mezopotamya’nın o mistik yapılarına baktığımızda Yüzlerce yapı yok
olmuş veya kaderine terk edilmiştir.
Sanatı zayıf kentlerde; zamanla aynı orantıda insani ilişkiler
zayıflamış ve aynı binada veya aynı mahalleyi paylaşanlar bile
birbirine yabancı birer birey olmuşlar.
Tarihi kentlerin; “Müze Şehir”, “Uygarlığın Doğduğu Şehir”, “Dünyanın
En Eski Şehri” “Doğuştan Marka Şehir” gibi isimlerle anılması, kentin
geçmişten gelen mirasını oluşturmuştur.
Göbekli tepe gibi tarihe yön veren ve en eski kutsal yerleşim yerin olduğu kent olan urfa'nın gerek mimari gerek tarihsel yapılarıyla göbekli tepe dünya unesco 
 Mirası korumak ve kimliğini korumak, kentte yaşayanlara ve sonradan
gelip yerleşenlere “tarih ve kent bilinci” kazandırılarak da
gerçekleşecektir.
 Kentin tarihi alanlarında; ( Balıklı göl ve dergah'ta sanat sokağı tarzında veya kentin tarihi
sokaklarından birinin  sanat sokağı adıyla oluşturulması. Kentimize
modern bir imaj verecektir
Şanlıurfa'nın akar başı bölgesinde restorasyonu sonrası yapılan alanın
sanat sokağına çevrilmesi bir çok sanat dalının gelişmesine öncülük
edecektir.
Sanat sokağında; yılda bir yapılacak olan geleneksel sinema ve
fotoğraf günlerinin yapılması kenti sanatsal olarakta marka kentlerin
içinde yer almasını sağlayacaktır.
 Kentimizi, ekonomik faaliyetlerin dışında “birlikte yaşama ortamı”
olduğunu ön plana çıkarıp kenti bir “eğitim ve kültür Merkezi”ne
dönüştürmek gerekir.
Bunun alt yapısını oluşturacak olan kent yöneticilerinin buna duyarlı
olması ve geleceğin şekillendiği 21.ci yüzyılda daha sağlıklı ve daha
müreffeh bireylerin ortaya çıkarılması için sanatın ve kentin
özgürleşmesi gerekir.
Özgür ve daha demokratik bir sanat kimliğinin oluşması dileğimle.




www.sanlıurfa.com da yayınlamıştır 

İşte Hayat Hikayemiz

Bu topraklarda acı yoğrulur
Uzaktır bize mutlu günler
Yaşam ölüm ile eş değer
Direnenlere
Ateşten gömlek giydirilir
Bir kuş uçumu
Özgürlük yoktur
İşte bizim hikayemiz budur
Gelinler tacı ile vurulur
Yetim evlatlar 
Gözü yaşlı babalar
Ana yüreği çile doludur
Toprağa düşen yiğitler
Geri dönmeyen çocuklar
Faili meçhul kayıplar
Birde sebepsizce vurulan anılar
Sevdalar ölüm kokar
Mezopotamya acıların annesidir
Gökyüzünde dökülen yağmur gibidir
Annelerin yanağından dökülür
İşte bizim hikayemiz budur
Deştikçe yarayı derine iner
Yürekler acı ile inler
Bu acılar ne zaman diner
Gidenler gider birer birer
Acılardan bir demet papatya dır
Kokladıkça zehirler
İşte bizim hikayemiz budur


www.sanlıurfa.com da yayınlamıştır 

Zeytungözlü çocuklar

 Gözlerinde umut akar, esmer tenli çocukların. Ne acılar görür, ne sonsuzluk deryasında bir kelebek olur. Sevgiyi bile yalnız başına yaşarlar. Bir başına tutunurlar hayatın bir ucundan. Nasır tutmuş elleri ile toprağı kazıyarak büyütürler umutlarını. Zeytin karası teninde, yaş olup dökülür teri. Bir umut, bir hasret ırmağında var olma mücadelesini verirler…
    Burjuvada bir masal çocuğudur, batıda açlığa mahkum bir doğulu. Doğuda bir parça ekmeğe muhtaç olmuş bir emekçidir, zeytin gözlü… Âşıklar divanında bir sabidir. Asırların yaşamışlığı durur tüm kırsallarda. Zeytin gözlü tıpta çaresiz bir vakadır ne umut verilir neden umut kesilir.… 
    Sefalet kokar, derme çatma evlerinde. Her gülüşünde geçmişinden bir sepet dolusu umut serper geleceğe. Güneşli yarınların kelime yoksunudur zeytin gözlü çocuklar. Varoşlarda dilsiz, caddelerde kör topaldır. Beyaz adamının üretim kobayıdır. Kendini unutur makineleşir ve köşe bucak emeği sömürülür. Küçük yaşta eritilir emek potasında teri.
    Yaşlı ninelerin, yaşlı gözlerin umududur esmer tenli çocuklar. Acıları katmer katmer durur kalbinde. Nazlı bir kelebeğin kanadındadır... Ne acılar unutulur, ne de var olan sevinçleri, bir yaşam azmidir zeytin gözlü… 
    
    Varoş çocuğudur, asidir bir başına taşır hayatın gam ve kederini. 
    Sokaklara kurdukları tandırda ekmek pişiren kadınlar çocuğudur zeytin gözlü. Esmer, kızıl siyaha çalar saçları …
    Asildir… İhanet etmez, ne kendine, ne de sevdiğine.Esmer teninde damla damla akar teri... nasır tutar elleri, yaralıdır yüreği. Bağ, bahçe, tarla sulanır esmer teni ile…
    Keskin bakışlıdır, nazlı candır ve sevdalıdır yaşamaya. Sözlüdür, özgürce yaşamaya… Taşır ruhunda hasretin prangalarını… 
    Yoksul çocuklar cehenneminde bir karıncadır zeytin gözlü… 
    Mavi bir güvercinin eve dönüşüdür esmer tenli çocuk…
    Açlık ve yoksulluğun ete kemiğe büründüğü kişidir zeytin gözlü.
    İstatistiklerin ve seçmen olarak hatırladığı kişiliktir zeytingözlü çocuk. 
    Terk edilmişlik duygusudur ...

www.sanlıurfaolay.com yayınlamıştır

BİRAZ MAVİ BiRAZ YAŞAM

Güneşe aşık kardelen
Kar altında umut açarken 
Bağrı yanık dağbaşından
Tüter bir duman
Dağ eteğinde 
Sele dünüşünce
Bir çobanın kavalının sesinde
Yanık bir türkünün ezgisinde
Maviye çalar gece
Dağ başı dönüşünce kızıle
Biraz yaşam ekilince
Tohum umut olup düşer toprağa
Hep Yaşam akar geleceğe
Rüzgar gibi hep sessizce
Bir tren misali
Umut taşır uzaklara

16 Mart 2019

Sessizliğe mahkum edilen kent:Halepçe Katliamı

Geçmişin en eski topraklarından bir feryat, bir figan yükseltiliyor sessiz ve derinden. Gökyüzü sabahın onunda bulutlar gizlenmiş ve pusluydu.
Gün güneşli, saat 10.00 gökten yere bir sis, bir duman iniyordu, oysa bu sis ölüm kokuyordu. Havada bahar çimen kokusu yerine siyam gazı kokuyordu. Bahar hiç bu kadar acımasızca. ve sinsice inen ölümü görmemişti.
Bu topraklarda hiç bu kadar acı ve ölümü bir arada yaşanmamıştı. Mezopotamya ovası, tarih boyunca böyle bir vahşete tanık olmamıştı.
Tarih 16 Mart 1988 Halepçe topraklarını ölüm ve kan kokanlarca, sessizce yangına verilmişti. Ama bu yangında ağaçlar ve otlar değil, çocuklar, kadınlar, ihtiyarlar ve can taşıyan bütün varlıklar sessiz ve boğucu bir zehirle yanıyordu. Hiçbir zaman böyle bir durum, böyle bir katliam, böyle bir vahşet görülmemişti Kürdistan topraklarında.
16 Mart 1988 Halepçe kasabası karanlık kapılar, ardında, planlanmış bir katliamın uygulanmasına karar verildiği kara bir gün bu gün...
Acıların sesi gökten geliyordu. Gün bulutluydu ve yarınlar umuttan buz kesilmişti. Gökten yağmur, kar ve dolu yerine zehir yağıyordu.
Mart ayında insanlar sararıyor ve morarıyordu. Genizden ve boğazından aşağıya doğru siyam gazı akıyordu. Ne olup bittiğini anlamaya çalışırken orada can veriyordu. Doğa ve ekoloji diye söylenilecek hiçbir şey kalmamıştı. Ağaçlardan yapraklardan tek tek dökülüyordu.
Halepçe halkının üzerine, Sorgusuz ve sualsiz ölümlerden ölümler reva görülmüştü. Bebeklerin, gözlerinde yaşlar akmıyordu ve bedenleri bilinmez şekilde morarmaktaydı. Yaylalarında, kuzular soluksuz, koyunlar siyanür gazıyla zehirlenmiş. Yeniden yaşatılıyordu insanlığa Hiroşima ve Nagazaki. Acılar ve Acıları sensiz çığlığı yükseliyordu Halepçe üzerinde.
Mazlum bir kavim kıyıma uğruyordu cansız bedenler sokaklarda yatıyordu up uzun bahçelerde çalışanı, bahçesinde ,öğretmeni sınıfında,öğrecileriyle,köylüsü çapasıyla can vermişti…
Elleri kınalı gelinler, esmer tenli çocuklar yüreklerinden bilinmez bir acı hissediliyordu. Boğazına siyanur gazıtıkıyordu... Sevgiler, aşklar ölümün soğukluğu ile sessizce bitiyordu.
Nicedir zamandır süren kanlı bir oyunun tezgahına kürt halkının üzerinde oynanıyordu.
Siyah tenleri morarıyor, ağaçlar son meyvesinin çiçeğini açmadan kuruyordu. kuşlar , gökten yere son defa konmakta. Camii de iman son cemaat ile kamette. Bu acları kim unutur. Bu acıları kimler yaşatır.
İşte bu sesiz kentin çığlığında. Bir tek medeniyet adına kendi hırsları için başkalarının hayatına kasteden faşist ruh taşıyan kıyar. Kara gözlerine anlamını bilmedikleri son göz yaşarını bir onlar akıtı.mavi gökten yağmur diye ölümler dağıtan. Toprak kokusuna alışkın olanlara zehirleri reva görenlerin derdi bir halkı yok etmekti.
bir sizler mi vardınız Halepçe’ye kan kusanlar. Kimyasal bulutlar yere yakındı, Ağırdılar. Onların görevleri, Her tarafta insanlari öldürmekti.. Bir çocuk daha ileri gidemeyecek duruma geldiğinde korkudan çılgına dönen ebeveynleri çocuğu yolun kenarında bırakıyorlardı.
Gözlerinde yaş akan çocuklar, sesiz ce köşe başlarında cansız yatan yaşlılar ve süt emen bebelerin boğazında kurumuştu. Kıyamet kopmamıştı canlılar cansızlaşıyordu. Ölüm her yerde onları buluyordu. Annesin sütünü emen bebeği de, bebeği emziren anneyi de, yavrusuna yeme getiren kuş da annesinin getireceği yiyeceği yuvasında bakliyen yavru kuş da yuvasında can vermişti.
mutluluğu başka insanların kanı üzerinde gören bir zihniyetin eseri olan Halepçe katliamının Halepçe katliamı çağdaş dünya, ve insanlıktan nasibini alamamışların eseriydi. Halepçe, İnab, Dûceyde kasabalarıyla çevre köylerde yaşayan insanların tamamı ölüyor.
Bütün sokaklar, sesiz , caddeler insan hayvan ve ölüleriyle doluydu.
Buralara ölüm gelmişti bir defa. Bütün yer insan cesetleri kadın, genç kız, çocuk ve bebeler ile çok yaşlılardı. Halepçe deyince, beklide hiç gülümsemeyecek çocukları bıraktı geride. Bu toprak ana nasıl dayanır bu büyük acıya.ölümün tanrısı yer değiştirmiş. Beş bin can dile kolay, çığlıksız kalmışlardı. oysa bir savaş alanı değildi, halepçe, savaşın tarafı da degiler di.
En katı insan bile dayanamaz. Ben tarif edemiyorum. Katliâm demek, faciâ demek hafif geliyor , buna katliama, katliam demek gerekir . yarınların böyle acıları yaşanmaması ve yaşatmaması dileğimle…

22 Nisan 2017

Hinekî Şîn Hinekî Jîn ( KÜRTÇE ŞİİR KİTABIM )




Gulberfîna dildarê rojê



Wexta hêvî di bin berfê de vedibe



Li ser çiyayê kezebperitî



Dûyek bilind dibe
Li qûntara çiyê de
Vediguhere lehiyê



Di dengê bilûra şivanekî de